Uncategorized

görmeyi sevmeyen adam

o kadar çirkin bir reklamdı ki televizyondaki. böyle bir reklamın ortaya çıkması, gerçekten iyi bir reklamın yaratılmasından daha zor olmalıydı. birileri böylesine kötü işleri yapmayı başarabiliyordu. modern sanatın bir dalı haline gelmişti bu kötülük. inceliyordu kötülüğü. üst üste izledi reklamı, başka insanlar için, başka insanların anne ve babaları için utanç duygusuyla doldu içi. ona muhteşem gelen şey, birilerinin, bilerek ve isteyerek, insanın yüreğini iğrençlikle kaşıyacak şeyler yapabilmesiydi. bu kötülük, bu çirkinlik günümüz toplumunun her köşesinde gördüğü türden değil, sanatla dolu bir haldi. o bilmeden yapılan iğrençlikle ilgilenmedi hiç, bu günahlar farkındalıkla işlenmediler. başka bir olasılık yoktu onlar için, farkındalıksız çirkinlik için. ama bu kötülük, insanın kalbini tamamen sarıyor, sıkıştırıyor ve insanı mazoşist duygular içinde aynı deneyimi tekrarlamaya itiyordu. insan olmak, bu kötülüğü anlamaya yetiyordu, veya bu kötülüğü anlamak için insan olmak gerekiyordu. işte bu kötülüğün peşindeydi o, çirkinlik yapma hakkını savunmak istiyordu. kötülüğü, kötülük kelimesinin anlamına kurban vermek istemiyordu.

teriyle barışıktı. bahçenin içinden geçen dar bir yol tasarlamış ve bu yaz çevreden topladığı taşlarla uzun bacaklı birinin bile zor yürüyebileceği bir yol yapmıştı. küçük atlamalarla ilerleniyordu, şehirde kaldırımlara, arabalar girmesin diye küçük mantar şekilli betonlar koyarlardı ve çocuklar rengarenk boyarlardı onları. “ben de bir çocuktum” diye düşündü. “ben de boyadım betonları, şimdi adlarını bilmediğim renklere”. gülümseme yayıldı yüzüne. çünkü ağlamayı hiç sevmezdi. ağlayınca, çirkin olmaktan başka bir seçeneği olmuyordu. seçemediği şeyleri de, hiç sevmiyordu.

duyularına kulak verdi. gözleri kapalı, dinledi. etrafı, üç boyutlu düzlemde birbirini kesen veya kesmeyen binlerce çizginin titreşimleriyle doluydu. sadece küpler değil, köşeli sonsuz tane şekilden oluşan bir boşlukta, sonsuz sayıdaki her bir kenar, bir gitar teli gibi titreşiyordu göz kapaklarının içinde. her bir küçük hareket, havada yeni bir basınç yaratıyor, ve tüm yönlerde titremeler değişiyordu. hazırlandı. gözü kapalı olmasına rağmen ilk adımını tam yerine atmış ve ikinci taşa ulaşmıştı. bir gölün üzerinde yürüdüğünü hayal etti. ayağı taşa değince çıkan ses, halka halka yayıldı etrafa ve ayağından çıkıp genişleyen yeni küreler çizdi titreşerek.

ikinci adımını atmadan önce bir nefes çekti ve içinde tuttu. sol ayağında dengede kalmayı başardı. ileri atıldı ve sadece birkaç dereceyle sağda duran taşın üzerine indi. daha sert bir inişti, o yüzden etrafındaki dalgalanmalar çok sert değiştiler ve bir an gözlerini kısmak zorunda kaldı. gözleri, seneler süren eğitimden sonra, karanlığa öylesine alışmıştı ki, patlayıcı ses dalgaları da gözünü alabiliyordu. bir sonraki taş iyice sağına düşüyordu, duraksadı. kalbi yavaşladı, adımını attı. yolun sonuna geldiğinde gözlerini tekrar açması dakikalar sürdü. Ustaya gitme zamanı gelmişti.

mağaranın tavanına kadar tırmandı, küçük geçitten geçti. soğuktan yanakları titriyordu. elini kitabın üzerine koydu, mantrayı içinden tekrar etti. kapı açıldı. Usta konuşmadı, bakışları, mağaradaki her şeyi baktığı yere yöneltti. kızgın deminin ışıltısı, mağarayı aydınlattı. mantrayı tekrar ederek ilerledi, demiri aldı. sol gözüne bastırdı. acıyı seviyordu, insanların sevmediği şeylere bayılıyordu o. yapışan deriler düzgün soğusun diye kaslarını oynattı. ve diğer gözüne bastırdı.

beyni bayılması için vücuduna sinyaller gönderiyor, o direniyordu. acının dalgalarına karşı geldikçe onlar yükseldi, fakat durulmaları çok kolay oldu. daha kötülerine alışmıştı vücudu. yeniden görüntüsünü çizgiler kapladı. dalgalanan çizgiler. her şey, titreşimden ibaretti artık. yavaş adımlarla geri döndü, Ustayı sezdi, selam verdi ve küçük delikten aşağıya kaydı.

insan olmak, kötü olmakla örtüşüyordu.

 

Standart

Yorum bırakın